25 Mayıs 2008 Pazar
ILLEGAL RAKLAMLAR
Bazı markaların yaptığı illegal reklamlar çok ilgi görüyor her ne kadar illegal olsa da insanlar internetten rahatça izleyebiliyor. Benim en çok hoşuma giden ikisi pepsinin ve Audi’nin reklamları. Bir çoğumuz pepsinin reklamını biliyordur. Çocuk geliyor cola makinesinden pepsi tuşuna yetişemediği için coca cola tuşuna basıyor iki tane cola alıp onların üstüne basarak pepsi butonuna yetişiyor ve pepsisini alıp gidiyor. Buna benzer birde Audi reklamı var. Onda ise askıya dört tane araba anahtarlığı yan yana asılıyor.önce alfa anahtarlığı geliyor dizayn, sora Mercedes anahtarlığı geliyor konfor, arkasından Volvo anahtarlığı geliyor güvenlik en son BMW anahtarlığı geliyor ve spor yazıyor. 4 anahtarlığın halkası üst üste gelince de bir Audi amblemi oluyor. Bence bulabilenler bu reklamı izlesin çok güzel reklamın en sonunda da ‘sadece bir arabada’ yazıyor. Her ne kadar bu reklamlarda markalar rakiplerini ezerek üste çıksa da başarıyı yakalıyor.
Canım Petrol...
Türkiye’de en sıkıntılı olduğum şeylerden biri de benzin. Çünkü çok pahalı. Hani intihar etçek olsan, kendini yakçak olsan paran yetmez ya o kadar benzin almaya... Ama burda anlatacağım şey biraz farklı. Araba kullanan herkez birkaç kez benzinleri bittikleri için yolda kalmıştır. Benzin göstergesinin ışığı ne zaman yandı fark etmezsiniz ya da benzinlik yoktur etrafta yetişemezsiniz... Bir şekilde bu duruma düşersiniz yani. Bir gece çok samimi olduğum bir arkadaşımın başına da bu gelmiş. Bir yere de gitmesi lazım o gece. Aradı dedi “kardeşim benzinin bitti beni gel bi al da arabaya pet şişeyle bidonla benzin alalım dökelim”. Dedim tamam kardeşim geliyorum. O dönemde de arabaları filan kundaklıyorlar yakıyorlar. Karakoldan izin belgesi almak lazım şişeye ya da bidona benzin alabilmek için. İlk önce karakola gittik. Polis bir arkadaşla konuştuk. “Kimlik kartınız olmadan izin kağıdı alamazsınız” dedi. Biz yaklaşık bir 10 dakka filan derdimizi anlattık. Yanımızda kimliğimiz yok okuyoruz öğrenciyiz öyle olaylarla işimiz olmaz yolda kaldık falan filan diye. Arkadaş yüzümüze baktı baktı ne dedi biliyor musunuz? “Kimlik kartınız olmadan izin kağıdı alamazsınız”. Sonra da içeri seslendi “Tuncay Abi bana da çay koysana!” ve gitti... E biz nabıcaz? Dedik bari benzinlikten şansımızı deneyelim belki izin belgesi olmadan verirler. Gittik şans eseri sohbetimin olduğu bir görevlinin mesaisi varmış o gece. Anlattık durumu belge filan sorun etmeden verdi benzinimizi. Gittik arabanın yanına benzini koymaya... (Bu arada bu olayların geçtiği saatler gece 3 civarı filan.) Arabanın benzin deposu biraz aşağıdaymış. Şişeyle döküyoruz ama giderden geçmiyor. Aldım elime bir ağaç dalı benzin deposunun kapağını açmaya çalışıyorum. Neyse ben can hıraş bir şekilde uğraşırken yüzüme varan ekip oto.sunun farlarıyla bir an kendime geldim... Zaten bu tarz şeylerin çok olduğu hassas bir dönemdeyiz... Polisler arabadan indi üstüme ha atladılar ha atlıycaklar... Ben bi elimde ağaç dalı bi elimde benzin dolu şişe durumu açıklamaya çalışıyorum... Neyse ki arabanın ruhsatını filan gösterdik ettik de hallettik durumu... Geleceğim yer şudur ki benzin istasyonları 24 saat işleyen scooter tipi motorlarla böyle durumlara düşen müşterilerine servis sunmalı. Böylece hem müşterileri memnun kalır hem de kendilerine daha çok tercih edilebilmek için büyük bir fırsat sağlamış olurlar...
24 Mayıs 2008 Cumartesi
NOKİA MODEL ÇEŞİTLİLİĞİ
Nokianın Pazar payındaki rakipsizliği. İsveç dağlarını arasındaki iletişimi kurmak için çıkardığı cep telefonuyla şimdilerde piyasada tekel olan Nokia’nın bizim ülkemizde bu kadar sık model çıkarmasının nedenleri nelerdir acaba. Her geçtiğimiz gün nokia onlarca yeni model çıkartıyo ve sanıyorumki yeni modellerinden en çok para kazandığı ülke Türkiye. Bunun sebebi ülkemizde sınıf farkı gözetilmeksizin her sınıftan insanın en üst model telefon almak istemesi ayrıca nokia’nın ürettiği serileri en üst düzeyden en alt düzeye kadar her kesime hitab ediyor olması. Yani ortalama 100ytlsi olan bir insanda 1500ytlsi olan bi insanda nokia kullanabiliyor. Buda Nokia’nın cezbediciliğini ve yeni modeller çıkartarak üstün pazarlama yeteneğini gösteriyor.
PEUGEOT 206
Peugeot 206 ilk kez 1998 yılında tanıtıldı. Fransız üretici minik 106 ile kompakt 306 arasındaki boşluğu bu modelle doldurmayı hedefliyordu. Yedi yıllık üretimi süresince (1998-2005) Kasım ayı sonuna kadar, yaklaşık 5.350.000 adet 206 araç üretilerek tarihi üretim rekorunu kırdı. küçük sınıf otomobil segmentinde üretim rekorlarırını kıran bu modelin müşterilerini cezbeden bir çok özelliği vardı. En büyük özelliği farklı motor seçeneklerinin olması, 206 satışa sunulduğunda motor kaputunun altında 1.1 litre, 1.4 litre, 1.6 litre, 2.0 litre benzinli ve 1.4 litre dizel motor seçenekleri bulunuyordu. Otomobil bugüne kadar Türkiye’de XR, XT, Desire, Look, Panaromic, Roland Garros, GTI, RC, XS, XSi, Quicksilver, X-Line, F-line, X-Design, Colorline donanım paketleriyle satıldı. Bu paketler ve motor seçenekleri her türlü müşteriye kendine çekiyordu. düşük hacimde motor seçeneği ve ergonomik yapısıyla bayanlara, güçlü, çevik, gti paketiyle gençlere, az yakıt tüketen dizel motor seçenekeleriyle ve ucuz yedek parçasıyla bir çok şirkete hitap ediyordu.
Araştırmalarımda Murat Günak 206’yı tasarlarken hedefleri Ford Fiesta kadar iyi yol tutan, VW Polo kadar kaliteli ve Opel Corsa kadar değerini kaybetmeyen bir otomobil üretmekmiş. bence bu hedeflerin yüzde 100 gerçekleştiğini söylemek zor. Fakat yüksek satış grafiği otomobili tanımlayama yetiyor. Her nekadar yüksek satış grafiği göstersede eksik ve kusurlu yanları var. Kemikli vites geçişleri ve darbe emişi düşük süspansiyonlar konforu düşüren öğelerden birkaçı, hatta viteslerde okadar sertki muhtemelen bir şahin bile öyle değildir. Dar arka kısım belki de rakipleri karşısındaki en zayıf yönü. fransada 206nın esas üretim amacı bayanların çarşıya pazara gitmesi içinmiş buyüzdendir ki herhalde konfora ve geniş iç hacme fazla önem verilmemiş. Her nekadar kusurları olsada bu satış grafiğiyle 206’ya kafa tutmak gerçekten zor. Eminimki bi zamanlar gençlerin bayanların ve birçok peugeot tutkununun hayallerini süsleyen bir otomobildi.
Araştırmalarımda Murat Günak 206’yı tasarlarken hedefleri Ford Fiesta kadar iyi yol tutan, VW Polo kadar kaliteli ve Opel Corsa kadar değerini kaybetmeyen bir otomobil üretmekmiş. bence bu hedeflerin yüzde 100 gerçekleştiğini söylemek zor. Fakat yüksek satış grafiği otomobili tanımlayama yetiyor. Her nekadar yüksek satış grafiği göstersede eksik ve kusurlu yanları var. Kemikli vites geçişleri ve darbe emişi düşük süspansiyonlar konforu düşüren öğelerden birkaçı, hatta viteslerde okadar sertki muhtemelen bir şahin bile öyle değildir. Dar arka kısım belki de rakipleri karşısındaki en zayıf yönü. fransada 206nın esas üretim amacı bayanların çarşıya pazara gitmesi içinmiş buyüzdendir ki herhalde konfora ve geniş iç hacme fazla önem verilmemiş. Her nekadar kusurları olsada bu satış grafiğiyle 206’ya kafa tutmak gerçekten zor. Eminimki bi zamanlar gençlerin bayanların ve birçok peugeot tutkununun hayallerini süsleyen bir otomobildi.
TOPLUMA GÖRE REKLAM
Dünyada farklı toplumlar, farklı kültürler, farklı inanışlar vardır. Dünya markaları ürünlerini pazarlarken de bu kültürel yapıyı değerleri göz önünde bulundurmak zorundadır. Kimi ülkeler daha dindardır kimiler daha uygarlık düzeyine ulaşmış ülkelerdir, hepsinin farklı değerleri vardır. Uluslararası firmalar ülkelerde reklamlarını yayınlarken de bu hususlar doğrultusunda hareket etmelilerdir. Çünkü her ülke aynı reklamı kaldırmaya bilir. Bir ürünün Amerika’da yayınlanan reklamıyla İran’da aynı reklamı veremez. Mesela bir parfüm reklamı Amerika’da yayınlanırken reklamdaki erkeğin veya kadın vücut hatları açıkça belli olabilir ama aynı reklamı daha dini bir ülke veya yobaz bir ülkenin halkı kaldıramaz orda ki pazarlamayı yakalayamaz. Cola reklamı, bence Cola reklamları dikkat ederseniz Türkiye’de hep ramazan ayında çok yayınlanır ve her sene Cola ramazan ayı için farklı bir reklam çeker reklamda ise bizim geleneklerimizi vurgular ev halkı toplanır, iftar için sofraya oturulur, top patlar ve herkes orucunu açıp Colasından yudumlar. Buda her ülke için yapılan farklı bir pazarlama yoludur.
ESKİ REKLAMLAR
Yıl 2008, reklamlarda yenilik beklediğimiz zamanlardayız fakat bu yeniliği adeta bir geriye dönüş olarak reklamlarımızda görüyoruz. Mesela o zamanlar sakalları yeni terlemiş Ali Desidero’nun popüler olmuş reklamı şimdilerde farklı haliyle tekrar ekranlarda izliyoruz. Bence bu geriye dönüş reklamı Derby için iyi bir pazarlama yöntemi oldu. Derby reklamları ve kampanyalarıyla yeni dönemde tekrar hayatımıza girmeyi başardı. Aynı yöntemi Ferdi Tayfur’la beraber mobil reklamlarında görüyoruz o zaman şoförün dostuyla başlayan serüven unutulduğu yerden tekrar devam ediyor ama o zamanlar mobil sadece motor yağlarıyla değil benzinlikleriyle de Türkiye deydi ki halen Amerika da var fakat yaptığı bu reklam serisi mobil için çok başarılı olmayacak. Bunlardan da anladığımız gibi uzun zamandır piyasada olmayan eski markalar kendilerini eski reklamlarıyla tekrar hatırlatmaya çalışıyorlar yaptıkları reklamlarla kimi bu başarıyı yakalıyor kimide yakalayamıyor.
23 Mayıs 2008 Cuma
Acı Hayat
“Acı Hayat” Osman Sınav’ın çektiği, Kenan İmirzalioğlu’nun oynadığı çok başarılı bir diziydi. İzlemeyenler için söyliyim bu ikiliyi yan yana görmeniz sizi şaşırtmasın. Dizi “Seversem Destan, Kızarsam Katliam Olur” temalı bir dizi değil. Konusuyla ilgili küçük bir bilgilendirme yapayım. Kenan İmirzalioğlu’nun canlandırdığı Mehmet Kosovalı karakteri Nermin Yıldız isimli bir zat-ı muhteremle aşk yaşamaktadır. Evlilik hazırlıkları yapmaktadırlar. Fakat Nermin, Kosovalıya sadık kalamamıştır, aldatmıştır. Fakat aldatma olayı Nermin’in kontrolü dışında gelişiyor. Bu konu üzerinde gelişen olaylar anlatılıyor dizide. Diziyi çok sevmiştim çünkü tam olarak olmasa da kısmen buna benzeyen bi hikayem var. Hatta çoğu arkadaş uzun bi süre “kosovalı” diye hitap etti, beni sıkıntıya soktu... Pazartesi günleri yayınlanıyordu ve ben o dönemde ayık geçirdiğim hiç bi pazartesi gecesi hatırlamıyorum... Dizi çok tutuldu çünkü Türkiye’de çok fazla “kosovalı” ve çok fazla “nermin” var. Sebep mi? Belki aldatılmak kadar ağır bir şey değil ama gene de kafaya takılan ufak bir şey çok uzun sürelerdir beraber olan çiftleri bile ayırabiliyor. Ayrılık döneminde birbirinize yaptıklarınız köprülerin tamamen yakılmasını sağlıyor ve “artık dönemem” dedirtecek kadar büyüyen gurur sorunları oluyor. Sebep bu... Türk toplumunun yapısı... Örneğin Amsterdam doğumlu biri olsaydım kız arkadaşımın mini etek giymesi benim için sıkıntı yaratıcak bir şey olmayabilirdi. Hatta “ hayatım çok yakışmış “ bile diyebilirdim... Ama burda, Türkiye’de “bir daha giyme” diyorum, ikinci kez olunca ayrılıyorum. (Tabii ki olaylar sadece bundan ibaret değil ama fikir vermesi için söylenebilecek bir örnek) Böyle olmaktan da mutluyum. Doğru olan bu gibi geliyor... Ama sanırım “çok sert olma kırılırsın” lafı tam bu duruma göre bir laf. Bu mantelitede olduğum için galiba kırılmaya ve “kosovalı” olmaya mahkumum... Yani Türkiye’de “ Sevmek Yetmiyormuş ” ana fikirli yüzbinlerce kırık aşk hikayesi dinleyebilirsiniz yüzbinlerce kadından ve erkekten... Acı Hayat tam bir Türkiye gerçeğiydi. Hepimiz Kosovalıyız...
Şans Oyunu...
Kız istenirken erkek tarafının söylediği o sihirli üçlemeyi sanırım herkez bilir... Oğlumuzun (ki Allah kısmet ederse o "oğul" zamanı gelince ben de olacağım) alkolü,sigarası,kumarı yoktur denir. Malesef bu üçü de bende fazlasıyla var. Bunların içinde en zararsızı heralde kumardır. Zararsız diyorum çünkü kendimi bilerek oynuyorum. “ Bizde para bitmez, azalır...” diyebilecek kadar zengin değilim belki ama durumum fena sayılmaz. Bunun el verdiği çerçeve içinde poker ya da futbol bahsi oynuyorum. Pokeri arkadaşlar arası yüz yüze oynadığınız zaman çok tadı olmuyor. Misal bi arkadaşının parasını alıyosun. E haftasonu beraber çıkıcaksınız bi yere. E parasını aldın çocuk nereye çıkıyo? “ Kardeşim gel ben seni çekerim “ deniyor ve kazanılan paranın bi anlamı kalmıyor. Bu yüzden poker ya da bahis en güzel sanal ortamda oynanıyor. Daha doğrusu oynanıyordu... Çünkü bütün siteler yavaş yavaş yasaklanmakta. Hatta yasaklanmakla da kalmıyor bazı siteler... Bilenlerin bildiği Türkiyede en çok poker oynanan site de kapatılan siteler kervanına girdi ve şöyle bir söylenti başladı: Oynayanlara ceza kesilecek... Elinden en sevdiği oyuncağı alınan bir çocuk gibi hissediyorum nicedir. Sonuç olarak sevabıyla günahıyla, karıyla zararıyla bu iş bizim değil mi? Bu ülkede kumarla denk olan “ortaya bir miktar para koyup bu parayı katlayıp geri almak için oynanan şans oyunu” sayısal loto ya da iddaa oynanmıyor mu? Bırakın, açın sanal kumarın önünü...
Bay Tahmin
Bir kaç gündür sabah kuşağı kadın programlarına denk geliyorum. Gördüklerime inanmakta güçlük çekiyorum... Kendi bağrına sürekli yumruklar atmak suratiyle inanılmaz ağlak bir ses tonuyla konuşan ama hiç bir zaman ne dediği anlaşılmayan teyzeler, anlatılan en saçma şeye bile ağlayabilen inanılmaz hassas sunucular... Bakıyorum bi tanesi domates konservesini kesmiş bi şekle şemale sokmuş taç yapmış, kafasında onla program sunuyor. Ki bu tarz garip şeylerden hergün garip bir aksesuar tasarımları anlatılıyor programda... Bi tane ne olduğu belli olmayan bi arkadaş çıkmış diyor “ hayranlarım üzülmesin, albüm çok kısa bir sonra çıkıyor “. Ne hayranı? Hangi hayran? Yolda görsem tanımam... Bu çıldırtan döngüye son darbe de evlilik simsarı bir program tarafından vuruluyor. İnanılmaz dans figürleriyle bezenmiş bir program girişinden sonra damat ve gelin namzetleri de bu danslara eşlik ederek sırayla programa konuk oluyor. Bu “sevgi ustaları” gönüllerinin “prens” yahut “prenses”lerini arıyorlar. Bir adam çıkıyor diyor ki “ maddi olarak kendine bakabilen, fiziği düzgün, iyi huylu bir hanım istiyorum “. Başka ne istersin? Direk 2007 dünya güzelini verelim sana al git sen... Bir dönem çarkıfelek filan vardı o daha mantıklıydı. Yarışmaya katılanlar çamaşır makinası televizyon filan istiyordu. Kabul edilebilir şeyler. Televizyona çıkıp eş istenir mi ya? Evlilik öyle bir şey değil ki bildiğim kadarıyla. Ama televizyon hep böyle değil tabii ki. Neyse ki “Bay Tahmin” var. İzlemeyenler için şöyle bir özetliyim iki tane futboldan anlayan arkadaş oturmuşlar iddaa tahminleri yapıyorlar. Tutma ihtimali yüksek kuponlar söylüyorlar maçları teker teker özetleyerek. Peki bunu özel yapan şey nedir? Bu iki arkadaş canlı yayınlanan ve gece 1 de başlayan bu programı sanki kahvehanede oturur gibi bir uslupla yapıyorlar. Aralarında geçen diyaloglarlar çok enteresan. Bu futbol adamlarından bir tanesi 1.90 boylarında, yaklaşık 130 kilo civarlarında, saçları hafif seyrelmiş biri. Program gecesi de açık sarı bir kravat takmış. Diğer arkadaş sırf bu yüzden o cüssedeki bir adama “civciv gibi olmuşsun bu akşam” gibi bir şaka yapabiliyor. Ya da bir maç için “ x takım y takımın sahasından bırak puan almayı simit bile alamaz”, “x takım y takımın sahasında sabun olur” “ingilterede x takımı yenmeyeni sınır dışı ediyorlar” gibi içinde kelime oyunları barındıran yorumlar havalarda uçuşuyor. Sadece futbol konuşulmuyor. Şarkıcı Teoman paparazzilere yumruk attı ya alkollüyken. Yorum: “Gelsin bana atsın o yumruğu var ya tekme tokat ağzını burnunu kırarım. Arabanın torpidosuna sokarım onu...“ Programın ilginçlikleriyle ilgili yüzlerce örnek verilebilir ama en sağlıklısı sizin izlemeniz. Kaçırmayın derim...
Efes Güneşi
Alkol tüketimi konusunda iddialı bir arkadaş grubumuz var. Bir dönem en çok içtiğimiz şey şargoz ismi verilen ve isminden de ne olduğu tahmin edilebilecek bir karışımdı. Şarap ve gazoz. Burda önemli olan şey şaraptır. Efes güneşi isimli halk içinde “köpek öldüren” diye tabir edilen lakin hiç bir canlının vefatına sebep olmayacak bir şarap vardır. ( Ya da benzerleri... ama en ünlüsünün ismini veriyorum ki örnek teşkil edebilsin ) Bu şaraplar hemen hemen bütün marketlerde 2.5 ytl ye satılan şaraplardı. İçebilme durumuna göre değişir ama ortalama 2 şişe şarap çoğu insanın kafasını istediği düzeye getirir... Abiyane tabirle kafaları paket eder... 2 şişe şaraba da 1 şişe gazoz katılınca tadından içilmez... ( Bu lafa da gıcık olurum madem içilmez neden yapıyosun bu karışımı değil mi? ) Ufak bir hesapla görülebilir ki hem tatta hem de alkol düzeyi istenen seviyede bir içeceğe 6.5 Ytl karşılğı ulaşabiliyorsunuz... Ama bu şaşalı günler maalesef gerilerde kaldı. Çünkü her türlü alkolün bandrol almak zorunda olduğu bir döneme girdik ve en ucuz şarap bile yaklaşık 8 - 9 Ytl fiyat alır oldu. Şargoz denen en kadim dostumuzu da kaybetmiş olduk böylece... Efes güneşi seni çok özledik... Gerekli ayarlamaları yap aramıza dön...
FEMTOCELL
Hepimizin cep telefonlarıyla başı derde girer muhakkak.Ya lazım olduğu bir anda çekmez , ya tam konuşmanın en güzel yerinde telefon kapanır , ya netten bir dosya indirirken uzun süre beklemek zorunda kalırız. Bu ve buna benzer bir çok sorundan tıpkı bizim gibi Peter Claydon ve Doug Pulley ikilisi de yakınıyordu bir gece barda oturmuş biralarını yudumlarken. Ama onların bizden bir farkı vardı.Onlar bu sorunun verdiği rahatsızlık kadar çözüm yollarını da konuştular o gece ve ilk duyuşta çılgınca bir fikir gibi de gelse o koca baz rotasyonlarını işlevi değişmeden eve, iş yerine, arabaya sığacak kadar küçük bir hala getirmek için çalışmalara başladılar. Sonuç olarak femtocell’i ürettiler. Femto katrilyonda bir anlamına geliyor. Yani kocaman bir materyali ne kadar küçülttüklerini temsil eden esprili bir ad koymuşlar. Femtocell hem cep telefonu kulelerindeki hem de cep frekanslarındaki sıkışıklığı gidererek milyarlarca dolar tasarruf sağlıyor. Sonuç olarak sadece bir kablosuz ağ modemi büyüklüğünde olan bu alet hem kullanıcılara, hem de şirketlere çok büyük faydalar sağlayacak bir femtocell’imiz var artık.
Hepimizin cep telefonlarıyla başı derde girer muhakkak.Ya lazım olduğu bir anda çekmez , ya tam konuşmanın en güzel yerinde telefon kapanır , ya netten bir dosya indirirken uzun süre beklemek zorunda kalırız. Bu ve buna benzer bir çok sorundan tıpkı bizim gibi Peter Claydon ve Doug Pulley ikilisi de yakınıyordu bir gece barda oturmuş biralarını yudumlarken. Ama onların bizden bir farkı vardı.Onlar bu sorunun verdiği rahatsızlık kadar çözüm yollarını da konuştular o gece ve ilk duyuşta çılgınca bir fikir gibi de gelse o koca baz rotasyonlarını işlevi değişmeden eve, iş yerine, arabaya sığacak kadar küçük bir hala getirmek için çalışmalara başladılar. Sonuç olarak femtocell’i ürettiler. Femto katrilyonda bir anlamına geliyor. Yani kocaman bir materyali ne kadar küçülttüklerini temsil eden esprili bir ad koymuşlar. Femtocell hem cep telefonu kulelerindeki hem de cep frekanslarındaki sıkışıklığı gidererek milyarlarca dolar tasarruf sağlıyor. Sonuç olarak sadece bir kablosuz ağ modemi büyüklüğünde olan bu alet hem kullanıcılara, hem de şirketlere çok büyük faydalar sağlayacak bir femtocell’imiz var artık.
KOTON
2 bin dolar sermaye ile Kuzguncuk `ta 25 metrekare büyüklüğündeki bir mağazada sadece ihraç fazlası ürünleri satılıyordu. 1991`de ikinci mağaza Beşiktaş `ta açıldı. 1996`da, yurtdışındaki ilk satış noktası Almanya `nın Münih şehrinde faaliyete geçti. Bir yıl sonra Koton konsepti ile ilk mağaza İstanbul Profilo Alışveriş Merkezi `nde açıldı. Bugün Koton bünyesinde 900 çalışan var. Ama bütün Koton mağazalarında 2 bin 500`ün üzerinde kişi çalışıyor.evet gerçekten de güzel bir basarı hikayesine sahip olan koton mağazalarından bahsediyoruz. genc yaslı ayırt etmeden her kesime hitap eden firmanın yılda 40.000 model hazırlatıp bunları özenle sectikten sonra 10.000 inini piyasaya sürdüğünü de hesaba katarsak müşteri memnuniyeti ve kaliteli üretim için ne kadar ince eleyip sık dokuduklarını da anlayabiliriz. tüm bunların yanında ÇİN ile hazır giyim sektöründe rekabetten korkmayan Koton , kendi ülkesinde Koton mağazaları açmak isteyen Çinlilerin ilgisiyle karşı karşıya.Artık dünyada genel olarak ucuz Uzakdoğu ürünleriyle rekabet etmek geçerli bir yöntem değil. Çünkü tüketici her yerde aynı ürünü görüyor, fiyatı da hemen hemen aynı. Daha modern ürünleri satarak farklılaşabiliyorsunuz. Daha modern ürünleri satmak isteyen perakendecilerin aslında Türkiye `nin dışında seçeneği yok. Türkiye gelişmiş konfeksiyon altyapısıyla çevre ülkeleri de kullanarak organizatör ülke olabilir. Türkiye `nin buraya doğru gitmesi lazım. koton da bu durumu çok iyi değerlendiren firmalardan biri.2006 da % 30 2007 de %40 büyüyen firmanın geleceği gerçekten de oldukça parlak görünüyor ve türkiyeye daha nice faydalar sağlyacağı da şüphesiz.
2 bin dolar sermaye ile Kuzguncuk `ta 25 metrekare büyüklüğündeki bir mağazada sadece ihraç fazlası ürünleri satılıyordu. 1991`de ikinci mağaza Beşiktaş `ta açıldı. 1996`da, yurtdışındaki ilk satış noktası Almanya `nın Münih şehrinde faaliyete geçti. Bir yıl sonra Koton konsepti ile ilk mağaza İstanbul Profilo Alışveriş Merkezi `nde açıldı. Bugün Koton bünyesinde 900 çalışan var. Ama bütün Koton mağazalarında 2 bin 500`ün üzerinde kişi çalışıyor.evet gerçekten de güzel bir basarı hikayesine sahip olan koton mağazalarından bahsediyoruz. genc yaslı ayırt etmeden her kesime hitap eden firmanın yılda 40.000 model hazırlatıp bunları özenle sectikten sonra 10.000 inini piyasaya sürdüğünü de hesaba katarsak müşteri memnuniyeti ve kaliteli üretim için ne kadar ince eleyip sık dokuduklarını da anlayabiliriz. tüm bunların yanında ÇİN ile hazır giyim sektöründe rekabetten korkmayan Koton , kendi ülkesinde Koton mağazaları açmak isteyen Çinlilerin ilgisiyle karşı karşıya.Artık dünyada genel olarak ucuz Uzakdoğu ürünleriyle rekabet etmek geçerli bir yöntem değil. Çünkü tüketici her yerde aynı ürünü görüyor, fiyatı da hemen hemen aynı. Daha modern ürünleri satarak farklılaşabiliyorsunuz. Daha modern ürünleri satmak isteyen perakendecilerin aslında Türkiye `nin dışında seçeneği yok. Türkiye gelişmiş konfeksiyon altyapısıyla çevre ülkeleri de kullanarak organizatör ülke olabilir. Türkiye `nin buraya doğru gitmesi lazım. koton da bu durumu çok iyi değerlendiren firmalardan biri.2006 da % 30 2007 de %40 büyüyen firmanın geleceği gerçekten de oldukça parlak görünüyor ve türkiyeye daha nice faydalar sağlyacağı da şüphesiz.
İZMİR EKONOMİ
ÜNİVERSİTESİ
Artık üniversitelerin de ''özel'' adı altında birer ticarethaneye dönüştürüldüğü günümüz türkiyesinde tüm para kaygılarından olabildiğince uzak kalarak;adeta türkiyenin geleceğini garantiye almak istercesine çalışıp çabalayan öğretim üyeleri ve profesörlerinden oluşan sağlam bir kadroya sahip;adını yüksek öğrenim ücretleriyle değil basarıları ve önemli girişimleriyle duyuran bir üniversiteden bahsetmek istiyorum.İZMİR EKONOMİ ÜNİVERSİTESİ. 2001 yılında öğretime baslayan üniversite çok güçlü bir akademik kadrodan oluşuyor.sadece öğretim görevlilerini değil öğrenci işlerinden kantinine kadar tüm çalışanlarını titizlikle secen bu okul basarılı olmayı kafasına koyan bir öğrenci için tüm kapıları açan ,devlet ve vakıf üniversiteleri de dahil bir çok okulda zor sağlanabilecek imkanlarla donanmış altın bir anahtar sunuyor. üniversitede güçlü bir ingilizce eğitiminin yanında 2. yabancı dilde zorunlu ders olarak okutuluyor . bunun yanısıra kendini geliştirmek isteyen öğrenciler için özel olarak hazırlanmış her tür kaynağın elde edilebileceği donanımlı bir de kütüphaneye sahip.1.sınıftan itibaren tüm öğrencilerine lap top veren üniversite aynı zamanda donanımlı labaratuvarlarıyla da teknolojiyle içiçe yetiştiriyor geleceğin basarılı adaylarını.bir diğer husus ise öğrenciler için özel olarak dizayn edilmiş yurtları.her gün düzenli olarak temizliği yapılan konforlu odalarında öğrenciler kendilerini evlerinde olduğundan bile daha konforlu bir ortamda buluyor ve bu sayede kafalarını derslerinden baska bir konuyla meşgul etmek zorunda kalmıyorlar.bünyesine her yıl fazla sayıda burslu öğrenci alan okul aynı zamanda basarı gösteren paralı okuyan öğrencilerine de çeşitli burs imkanları sunuyor. bunun yanısıra dış ülkelerle de oldukça sıkı bağları olan üniversite yine basarılı öğrencilerini çeşitli değişim programları ile tüm masraflarını karşılayarak yurt dışına gönderiyor.kısacası bir insanın hayatını çok farklı noktalara tasıyabilecek,gelecek vaadeden güzel bir üniversite İZMİR EKONOMİ ÜNİVERSİTESİ.
CONVERSE
Dondurulmuş kauçuktan nasıl bir dev olundu.. 1908 li yılların basında kadınlar erkekler ve çocuklar için dondurulmuş kauçuktan ayakkabılar üretmeye baslayan converse o zamanlar günde yaklasık olarak 4000 ayakkabı üretiyordu.bir sonraki aşamada tenis için özel ayakkabılar üretmeye baslayan şirket en büyük patlamasını basketbol için ürettiği converse all- star ile yaptı.bundan sonra ayakkabılar zekice bir reklam kampanyasıyla;ünlü insanların ağzından birleşik devletlerin tümüne tanıtıldı,bunun yanında dünyaya da ün yaydı..all star modelinin renkleriyle oynayarak aynı ayakkabı sanki binlerce çeşidi varmış gibi gösterildi..yabancı ülkelerde çok makul fiyatlarla (12$) satılmasına rağmen ülkemizde 130-150 ytl arasında piyasaya sürülen bu ürün moda tutkusu olan genclerimiz yüzünden peynir ekmek gibi tüketiliyor adeta.ayakkabılar kaliteden uzak,ayak sağlığını tehdit ediyor,aynı zamanda çok çabuk yıpranıyor,ve kullanım alanları da her ne kadar geniş gibi görünsede aslında çok dar.genelde mat renklerden oluştuğu için siyah ve beyaz rengin dışında aldığınız bir converse i her kıyafetinizle kullanamıyorsunuz,hem 130 milyon veriyorsunuz hemde arada belli kıyafetlerinizle giyebiliyorsunuz,üstelik kullanırkende çok dikkatli olmak zorundasınız çünkü açılmaya yırtılmaya çok müsait bir ayakkabı var ayağınızda.. anne babalar,yada bilinçsiz gençlerimiz verdikleri, baska ülkelere kazandırdıkları paranın ne kadar boşu boşuna verildiğinin farkına varmalılar diye düşünüyorum..
Dondurulmuş kauçuktan nasıl bir dev olundu.. 1908 li yılların basında kadınlar erkekler ve çocuklar için dondurulmuş kauçuktan ayakkabılar üretmeye baslayan converse o zamanlar günde yaklasık olarak 4000 ayakkabı üretiyordu.bir sonraki aşamada tenis için özel ayakkabılar üretmeye baslayan şirket en büyük patlamasını basketbol için ürettiği converse all- star ile yaptı.bundan sonra ayakkabılar zekice bir reklam kampanyasıyla;ünlü insanların ağzından birleşik devletlerin tümüne tanıtıldı,bunun yanında dünyaya da ün yaydı..all star modelinin renkleriyle oynayarak aynı ayakkabı sanki binlerce çeşidi varmış gibi gösterildi..yabancı ülkelerde çok makul fiyatlarla (12$) satılmasına rağmen ülkemizde 130-150 ytl arasında piyasaya sürülen bu ürün moda tutkusu olan genclerimiz yüzünden peynir ekmek gibi tüketiliyor adeta.ayakkabılar kaliteden uzak,ayak sağlığını tehdit ediyor,aynı zamanda çok çabuk yıpranıyor,ve kullanım alanları da her ne kadar geniş gibi görünsede aslında çok dar.genelde mat renklerden oluştuğu için siyah ve beyaz rengin dışında aldığınız bir converse i her kıyafetinizle kullanamıyorsunuz,hem 130 milyon veriyorsunuz hemde arada belli kıyafetlerinizle giyebiliyorsunuz,üstelik kullanırkende çok dikkatli olmak zorundasınız çünkü açılmaya yırtılmaya çok müsait bir ayakkabı var ayağınızda.. anne babalar,yada bilinçsiz gençlerimiz verdikleri, baska ülkelere kazandırdıkları paranın ne kadar boşu boşuna verildiğinin farkına varmalılar diye düşünüyorum..
VESTEL
Zorlu holding'in kaşıkçı elması vestel şirketler grubu; elektronik, beyaz eşya ve bilgi teknolojisi alanlarında, Türkiye’nin ve uluslararası pazarların güçlü oyuncuları arasında yer alıyor.bir dünya şirketi olma yolunda emin adımlarla yürüyen türk firması dünyaya teknolojinin türkçesini sunuyor.son 5 yılda 100’ün üzerinde ülkeye gerçekleştirilen ve 10 milyar €’yu aşan ihracatı ile dayanıklı tüketim malları sektöründe 7 yıldır üst üste ihracat birinciliğini kimseye bırakmazken Türkiye’nin ihracat potansiyelinin artmasını da katkıda bulunuyor.Türkiye'nin en yaygın satış ve satış sonrası hizmet ağlarından birine sahip olan Vestel geniş bir ürün portföyünü ülkemizin dört bir yanındaki müşterilerine sunuyor.2007 yılında dayanıklı tüketim malları alanında devlet destekli ilk markalaşma programı Turquality programına alınan ilk marka olan ve sektöründe dünya markalarıyla yarışabilen yapısını bir kez daha tescilleyen Vestel, dünya pazarlarında elini güçlendirmeye devam ediyor.Manisa’da bulunan Vestel City, Avrupa’nın tek alan üzerinde üretim yapan en büyük, dünyanın ikinci büyük endüstri kompleksi, aynı zamanda Avrupa’nın ilk ve tek dizüstü bilgisayar üretim üssü konumunda yer alıyor. 600.000 m2 kapalı alana kurulu Vestel City’nin yıllık üretim kapasitesi 30 milyon adedi aşıyor.birer türk vatandası olarak ülkemize bu derece katkı sağlayan ve ülkemizde kalitesiyle kıyasladığımızda çok uygun fiyatlarla bize sunulan ürünleri tercih etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Zorlu holding'in kaşıkçı elması vestel şirketler grubu; elektronik, beyaz eşya ve bilgi teknolojisi alanlarında, Türkiye’nin ve uluslararası pazarların güçlü oyuncuları arasında yer alıyor.bir dünya şirketi olma yolunda emin adımlarla yürüyen türk firması dünyaya teknolojinin türkçesini sunuyor.son 5 yılda 100’ün üzerinde ülkeye gerçekleştirilen ve 10 milyar €’yu aşan ihracatı ile dayanıklı tüketim malları sektöründe 7 yıldır üst üste ihracat birinciliğini kimseye bırakmazken Türkiye’nin ihracat potansiyelinin artmasını da katkıda bulunuyor.Türkiye'nin en yaygın satış ve satış sonrası hizmet ağlarından birine sahip olan Vestel geniş bir ürün portföyünü ülkemizin dört bir yanındaki müşterilerine sunuyor.2007 yılında dayanıklı tüketim malları alanında devlet destekli ilk markalaşma programı Turquality programına alınan ilk marka olan ve sektöründe dünya markalarıyla yarışabilen yapısını bir kez daha tescilleyen Vestel, dünya pazarlarında elini güçlendirmeye devam ediyor.Manisa’da bulunan Vestel City, Avrupa’nın tek alan üzerinde üretim yapan en büyük, dünyanın ikinci büyük endüstri kompleksi, aynı zamanda Avrupa’nın ilk ve tek dizüstü bilgisayar üretim üssü konumunda yer alıyor. 600.000 m2 kapalı alana kurulu Vestel City’nin yıllık üretim kapasitesi 30 milyon adedi aşıyor.birer türk vatandası olarak ülkemize bu derece katkı sağlayan ve ülkemizde kalitesiyle kıyasladığımızda çok uygun fiyatlarla bize sunulan ürünleri tercih etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
TÜRK TELEKOM
Kendi sektöründe dünyanın 13. büyük işletmesi olan Türk Telekom satıldı. Alan Lübnan’dan Oger Telekom ile telekom İtalya’nın ortek şirketi. Bu satış tamı tamına şuna benziyor: Bir eviniz var ve aylık 500 lira olmak üzere yılda 6 bin liradan kiraya veriyorsunuz. Kiracı 6 yıl oturduktan sonra evin sahibi oluyor. Bu satıştan kiracı olsanız sevinirsinizde ev sahibi olsanız sevinirmisiniz ? Satışın böylesine sevinecek ev sahibi ya delidir yada hesap kitap bilmiyordur. Türkiye’de devleti küçültme, yani özelleştirme tarihinde bir köşe daha dönüldü. Lübnan gazeteleri ve İtalyan gazeteleri haberi bayram havasında vermişler. Lübnanda yayınlanan müstakbel gazetesi; Oger telekom genel müdürü Paul Doany’ nin sözlerini aynen söyle aktarıyor. ‘ Türk telekom bir mücevher.’ Ayrıca İtalya ekonomi gazetesi de ‘İtalyan telekom TürkTel’i fethetti başlıgı ile duyurmuş ve ihaleyi cok önemli bir operasyon olarak nitelendirmiş. Alan memnun, satan daha da bir memnun. Radikal gazetesi mansetinde ‘Telekom icin bunca sene bekledigimize degdimi?’ sorusuyla özellestirmeyi bugune degin yapmayan siyasilere sitem ediyor. Zaman gazetesi ise; erdoganın sözlerini gazetesinin mansetine yerlestirmis. 13 Temmuz 2005 şimdi bu olayı taze bir haberle karşılaştırmak istiyorum. Yunanlılar yunan telekoma 19.6 milyar dolar deger biçip Almanlara sattı. Piyasa degeri 19.6 milyar dolar, geliri 9.7 milyar dolar. Türk telekomun bugunkü verileriyle karşılaştırsak piyasa degeri 12.9 milyar dolar olmasına karşın 2 milyar kar ve 7.3 milyar geliri var. Hatta biraz daha derinlemesine inersek 9 milyon abone ve 1.2 milyon ADSL abonesi olan yunan telekomun; 18.2 milyon abone ve 4.3 milyon ADSL abonesi olan Türk telekomun böyle bir fiyata satılması sizcede üzücü oldugu kadar düşündürücü değimli? Türk Telekomun bugüne geldigi noktaya ve satılmadan önceki durumuna göz atalım bir de. Cep telefonları yaygınlaştıktan sonra ciddi bir tehlike altına giren Türk telekom bugün cirosuyla nerdeyse gsm operatörleriyle kapışacak duruma yaklaşıyor. Cem Yılmazla sıkı bir anlaşmaya imza attıktan sonra halkın zaafı diyebilceğimiz sempatik, karizmatik bir o kadar da halktan olan Cem Yılmaz’ ı bile şaşı yaptılar. Kampanyalı internet aboneliği de kazançlarına kazanç kattı. Bütün bunlara bakarsak Türk telekomu özelleştiren siyasi zihniyetin hakkında bir kere daha düşünmek gerektiği kanısındayım.
PİZZA HUT
1958 de kansas da iki kolej öğrencisinin bir aile dostlarının verdiği o zamanlar parlak gibi görünmese de aslında hayatlarını değiştirecek olan bir fikri uygulamaya koymasıyla basladı pizza hut efsanesi. O günden bugüne dayanan 50 yıllık geçmişte çok sıkı bir çalışma ve azmin öyküsü yatıyor. Sıkı bir ürün geliştirme ekibine sahip olan firma dünyada en çok tercih edilen pizzaları sunuyor bizlere. Türkiyede de neredeyse her ile yayılarak hatta illerdeki pek çok semtte geniş bir ağ yaratarak müşterilere hızlı bir servis imkanı sunuyor. Yarım saatten geç gelen siparişlerden ücret alınmaması kampanyasını ilk baslatan firma olan pizza hut çok kaliteli bir müşteri hizmeti sunuyor. Aynı zamanda restoranlarındaki 'limitsizSİNİZ' pizza kampanyası da oldukça yaratıcı bir fikir. Gidiyorsunuz ve bir pizzanın yarısı fiyatına doyasıya yemek yiyorsunuz. Hayali bile ağzını sulandırıyor insanın.. Vejeteryanları da düşünmüşler, Onlar için özel sebzeli pizzaları var ve tabiki açık büfe birbirinden lezzetli salataları.. Sonuç olarak ister online sipariş, ister telefonla isterse de bizzat restoranlarına giderek kaliteli, ucuz, leziz bir yemek için ideal bir seçenek Pizza Hut.
İKEA
isveç kökenli bir mobilya mağazası..Çoğu Avrupa'da olmak üzere 43 ülkede 235 mağazası bulunmakta, gerisi ise Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Asya ve Avustralya'da.. gittikçe büyüyen, özel bir kitle yerine herkese hitap eden, pratik zeka ürünü aynı zamanda kaliteli ve birbirinden farklı binlerce çeşit tasarımlarıyla da dikkat çeken bir markadan; son zamanlarda ülkemizde özellikle ..''evinizin herşeyi''.. sloganıyla tanıdıgımız İKEA dan bahsediyorum. İkea yı sözcük olarak incelediğimizde 'fikir' anlamına geliyor. Zaten marka gücünü de buradan alıyor. Tasarımcıları sadece ikeada bulabileceğiniz, çoğu zaman parçalarını kendiniz birleştirerek kalitenin yanısıra uygun fiyatlara da kavuşabildiğiniz ürünleri tasarlıyorlar. İşin kilit noktası da burada zaten. Onlar da sizde çok az bir emek harcıyorsunuz ama sonuç olarak hem onlar hem de siz karlı çıkıyorsunuz. Bunun tam olarak nasıl olduğunu şöyle açıklayabiliriz: Ürünler demonte olarak satıldığı için hacimsel olarak az yer kaplarlar. Bu sayede ürünlerin nakliye, stoklama ve üretim maliyetleri minimumda tutulur. böylece Ikea sattığı ürünlerin kalite/fiyat oranı sayesinde bugün dünyanın en yaygın mobilya mağaza zincirine sahiptir. Siz ise: Hem en son moda ürünleri alıyorsunuz hemde az para veriyorsunuz. Üstelik de tasarımları sürekli yenileniyor. Modern dünyanın hızına ayak uydurabilen nadir markalardan biri. Sağlam reklam kampanyaları sayesinde de sesini gittikçe daha çok duyuran İkea dünyanın en büyük firması olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyor.
MAVİ JEANS
1991 yılında istanbulda kurulan ve 1996 yılından beri kendi sektöründe lider olan bir firmadan bahsedelim. mavi jeans özellikle gençlere hitap eden bir giyim firması olarak aynı zamanda da dünyaca ünlü bir marka olarak türk gençlerinin marka özentisine cevap niteliği taşıyor. Mavi jeans; Time Dergisi'nin 2006 Eylül'ünde yayınlanan Sytle & Design sayısında dünyanın en iyi 16 jeans markası arasında gösterildi. 2003 yılında ABD de "en iyi seksi giyim" ödülünü almıştır.tasarımları her bedendeki ve vücut şeklindeki bireye kolaylıkla uyum sağlayan markanın özellikle de kotları ve kazakları yıllarca kullanılsa bile eskimiyor.tasarımcıları kadar kalite kontrol uzmanları da basarılı . kendine has amblemini nerede görsek tanıyabileceğimiz markanın ürün iade garantisi bile var. 1 yıl içerisinde aldığınız ürünle kullanım kaynaklı zararlar haricinde bir problem yasadığınız zaman iade edip yenisini alabiliyorsunuz. kısacası marka kıyafetlerine bu derece güveniyor.özellikle milliyetçilik duyguları gelişmiş gençlerimizin bir numaralı tercihi olan mavi jeans pazar alanını da gün geçtikçe genişletiyor.Dünya çapında operasyonunu;Mavi Türkiye, Mavi America, Mavi Canada, Mavi Europe ve Mavi Australia şirketleri aracılığıyla yürütüyor. Kendi perakende ağının yanı sıra; Bloomingdale’s, Nordstrom, Urban Outfitters, Peek&Cloppenburg, Macy’s, David Jones, Lafayette gibi dünyanın en önemli zincir mağazalarında, premium ve high end markalarla birlikte satılıyor.sonuç olarak mavi jeans şimdi olduğu gibi gelecek yıllarda da türkiyenin parlayan yıldızı olmaya devam edecek gibi görünüyor.17 Mayıs 2008 Cumartesi
HYBRID TEKNOLOJISI YARIŞI
Gelişen günümüz teknolojisinin hızı artık herhangi bir örnekle anlatılamayacak boyutlara taşınmış durumda. Her zaman televizyonda ya da gazetelerde gördüğümüz suyla bitkisel yağ ile onunla bununla calışan motorlar artık yeni bir boyut kazanmış. Artık motorun melez(hybrid) olanı makbülmüş. Şimdi bazılarınız için yeni olmayan bazılarınız için hadi ya dedirten bu olay aslında 2006'dan beri var. Benim ilgimi ise sene başlarında Honda'nın yapmış olduğu reklam yarışması çekmiş bu vesileyle bu olayları araştırır bulmuştum kendimi ki bu sayende öğrendim hybrid mucizesini(?). Basit mantıkla iki farklı motor tipiyle çalışan bu araçların sahip oldukları akıllı elektrik motoru, aracın hareket durumuna ve hızına göre devreye girerek yakıt tüketimini azalttığı gibi, 109 g/km CO2 emisyon değeri ile de çevreye dost bir resim çiziyor. Tabi ki bu saydığım ve sayamadığım birçok anlamadığım özellik de bu araçlara ayrı bir hava katıyordur eminim. Ama asıl konu şu ki teknoloji ne kadar hızla ilerlerse ilerlesin bazı şirketler bu teknolojinin de bir adım önünde. Nasıl oldu nerelere geldik bilmesem de otomotiv sektörü hybrid araçlarını yarıştırmaya, ek özelliklerine dikkat çekmeye çalışmaya başlamışlar bile. Artık bir araba alırken hybrid mi diye degil ek ne özellikleri var diye soracağız yakın zamanda…
Özellikle otomotiv sektörünün önde firmalarından TOYOTA ve HONDA bu yarışa hız kazandırmış durumda. Toyota her gün başka bir ek özellikle karşısına çıktığı müşterilerine elit ve kalite duruşumuzla biz başkalarıyla yarışmayız dese de hybrid konusunun her geçtiği sitede insanlar tarafından Honda ile karşılaştırılmaktan kaçınamıyor. Honda ise hiç rakibi olmamış, aslında tek “hybrid” motora sahip firmaymış fikrini insanlara farklı yollarla aşılamaya çalışıyorlar. Mesela Honda Civic Hybrid reklam yarışması “en yaratıcı kim?”. Yarışma iki farklı tema etrafında oluşturulmuş: *Honda Cıvıc Hybrid çevreci motor; *6 yıl/150.000km garantisi.. Seçilen tema hakkında bir afiş, bir reklam filmi, bir proje uygulanır, her konuda birinciler ikinciler üçüncüler ödüllerini alır toplam ödül miktarı 18.000YTL ‘ye dek çıkabilmektedir.
Honda sadece Civic modelinde uyguladığı Hybrid mucizesini her açıdan reklamlar ve yarışmalarla insanlara duyururken, Toyota ise bu teknoloji ile üç farklı (Highlander, Camry, Prius) model üretip , (Toyota’nın Camry modelini secme nedeni Honda’nın Civic modeli) bunları Türkiye’de reklam yapmadan 2008’de iki modelini dış pazarda satışa sundu ve 2009’da da Camry modelinin satışına başlanacak. Bu açıdan yaklaşınca sanırım Toyota Türkiye’de hybrid modellerine oluşacak talebi yeterli bulmayıp hedef pazarının dışında tutuyor Türkiye’yi; peki o zaman neden Toyota ‘nın ortakları Türkiye’ye gelip de Türkiye CEO sunu övüp Ege Serbest Bölge’de fabrika kurmayı planladıklarını ve Türkiye’de Auris modeli için yedek parça üreteceğini açıklıyor?
Honda sadece Civic modelinde uyguladığı Hybrid mucizesini her açıdan reklamlar ve yarışmalarla insanlara duyururken, Toyota ise bu teknoloji ile üç farklı (Highlander, Camry, Prius) model üretip , (Toyota’nın Camry modelini secme nedeni Honda’nın Civic modeli) bunları Türkiye’de reklam yapmadan 2008’de iki modelini dış pazarda satışa sundu ve 2009’da da Camry modelinin satışına başlanacak. Bu açıdan yaklaşınca sanırım Toyota Türkiye’de hybrid modellerine oluşacak talebi yeterli bulmayıp hedef pazarının dışında tutuyor Türkiye’yi; peki o zaman neden Toyota ‘nın ortakları Türkiye’ye gelip de Türkiye CEO sunu övüp Ege Serbest Bölge’de fabrika kurmayı planladıklarını ve Türkiye’de Auris modeli için yedek parça üreteceğini açıklıyor?
Bu çelişkiler arasında fark ettim ki pazarlama denen olayda da Toyota(%65 hissesi Sabancı Grubu’na ait) için her şey mübah; sansasyonel basın açıklamalarıyla müşteri çekmek de olsa. Sanırım bunlar da bize Amerika gibi dost:).
Honda Civic’e gelince son söz olarak evet anlamadığım özellikleriyle karşılaştırıldığında Toyota hybrid modellerini yakalaması zor görünüyor ama neyse ki Türkiye’de hybrid satışa sunan tek model ve yollarda gördüğüm kadarıyla da gerçekten tutulmuş.
Honda Civic’e gelince son söz olarak evet anlamadığım özellikleriyle karşılaştırıldığında Toyota hybrid modellerini yakalaması zor görünüyor ama neyse ki Türkiye’de hybrid satışa sunan tek model ve yollarda gördüğüm kadarıyla da gerçekten tutulmuş.
14 Mayıs 2008 Çarşamba
GARANTI BANKASI
Özel bankaların en güvenilir olanı ve yeniliklerin ismi Garanti, bankacılık sektörünü bence halka indirgemiş sadece parası olanın değil herkesin bankası olduğu izlenimini yaratmıştır. Bunu nasıl yarattı kesinlikle bilmiyorum, bir gün reklamına bakarken diğer gün şubesinde ertesi gün internet sitesinde işlem yaparken kendinizi bulmanız çok kolay. Her an dinamik ve yenilikçi olduğunu insanlara hatırlatan reklamlar ve çevreye gösterdiği saygı bence tebrik edilmeyi hak ediyor. 2007’nin sonlarına doğru National Geographic aldıysanız hatırlarsınız derginin her tarafında nesli tükenmeye başlayan hayvanların resimleri ve garantinin çevre dostu kredi kartı reklamları vardı. Sinema salonlarında film öncesi reklamlarını izledik vereceğimiz talimatla bu hayvanların korunmasına bağışta bulunmaya davet etti herkesi, daha sonra e-fatura kavramının mimarlarından oldu, e-faturayı Turk insanına benimsetmek adına bu sisteme geçenlere bonuslar dağıttı. White hat hacker dediğimiz sitelerin açıklarını sitelere ileten kişilerle birlikte site açıklarını kapatıp Türkiye’deki en güvenilir internet bankacılığına sahip oldu. Son iki üç ayda sinemalarda oynayan, tv’de dönen köpeğin kovaladığı madur genci hatırlamayanınız yoktur. Bonus Trink saati sayesinde kurtulan bu genç gibi herkes Bonus Trink saati, anahtarlığı ya da cep telefonlarının arkasına yapıştırabilen Bonus Trink stickerına sahip olabilir.
Yaptığı yeniliklere bakınca pazarda ayrı bir yere sahip olmak istediği görülebilen Garanti belki de eksik yönü olarak gördüğü Sigortacılık alanına da el atmış. Eureko Sigorta ile oluşturdukları ortaklıkla kendilerine yeni bir çevre daha edinmişler. Bu yeni geliştirmeye başladıkları sigortacılık işlemlerinde de yeniliklerin ismi olacaklarının sinyallerinin verir gibiler. Euroke Sigorta ortaklığının duyurulmasından hemen sonra “Kaskometre” ile araç kaskolarına ve bu pazara yine bir farklılık ile girdiler. Sanırım Garanti edindiği başarıyı girdiği her piyasada uyguladığı differentiation stratejisi ile çoktan hak etti.
Yaptığı yeniliklere bakınca pazarda ayrı bir yere sahip olmak istediği görülebilen Garanti belki de eksik yönü olarak gördüğü Sigortacılık alanına da el atmış. Eureko Sigorta ile oluşturdukları ortaklıkla kendilerine yeni bir çevre daha edinmişler. Bu yeni geliştirmeye başladıkları sigortacılık işlemlerinde de yeniliklerin ismi olacaklarının sinyallerinin verir gibiler. Euroke Sigorta ortaklığının duyurulmasından hemen sonra “Kaskometre” ile araç kaskolarına ve bu pazara yine bir farklılık ile girdiler. Sanırım Garanti edindiği başarıyı girdiği her piyasada uyguladığı differentiation stratejisi ile çoktan hak etti.
JACOBS ÜÇÜ BİR ARADA, ŞİMDİ HERKES BİR ARADA
Jacobs yapmış olduğu ilk reklam filminden istediği sonucu alamamış mıdır bilinmez, kahvenin tadına doyamayıp duşa kahvesini götüren kız yerine ikinci reklamını Kargo ile çekmeyi uygun görmüş. İlk izlediğimde böyle düşünmüş olsam da sanırım artık Jacobs pahalı ve kaliteli izleniminden vazgeçip halka inmeyi strateji edinmiş. Bunun için de en önemli rakibi Nescafe'nin reklamlarından ve 20 yaş civarı genç müşteri kitlesinden etkilenmiş olacaklar ki gençlerin ruhuna hitap etmek isteyip Kargo'yu tercih etmişler ikinci reklam filmleri için. Ne kadar tutar ne kadar tutmaz bunu zaman gösterir fakat büyük de bir bütçe ile bu işe girişmiş ve Kargo'yu Türkiye turnesine çıkarmış, mayıs ayı boyunca 4 üniversitede konser verecek olan Kargo'nun performansından şüphe etmesek de ilk durak olan Dokuz Eylül Üni. Tınaztepe Kampüsü'nde ki yetersiz hazırlıklarla sanırım ilk konserde Jacobs sınıfta kalmış. Hatta "prefabrik tuvalet" olayına girişmiş ama dışarıda oluşturdukları çeşmemsi yere hijyen köpüğü koyup su koymayarak da eline köpük sıkan ben gibi arkadaşları mağdur etmiştir:). Türkiye'deki pazar payını büyütmeyi hedefleyen Jacobs'a başarılar..http://www.youtube.com/watch?v=11DwHvhOEGI
11 Mayıs 2008 Pazar
GNCTRKCLL
“GNCTRCLL” ile hedef kitlesini 25 yaş altı insanlara kaydıran ve daha sonra daha farklı kampanyaları ile 25 yaş üzeri kitlelere de hitap etmekten vazgeçmeyen Turkcell GNCTRKCLL kavramını ilk önce duvar yazıları ve grafitilerle hayatımıza soktu. Daha sonra yaptığı gençlere özel kampanyalarla gerçekten sürekli bir genç kitleyi kendine bağladı. Hatta o kadar ki ben bile Avea’dan vazgeçip Gnctrkcll ‘li oldum. Tabi şu açıdan bakmak gerek bedava sirke baldan tatlıdır mantığı ile benim gibi pek çok müşteri edinebileceğini düşünmeden bu işe girişmiş olamazlardı zatenJ. Bu kampanyalar kapsamında; sevgilisinden ayrılmak zorunda kalan çocuğun yardımına koşmuş, sevgilileri ayırmamıştır. Bu yardımsever reklamla gönüllerimize taht kuran Turkcell “Biri Yer Biri Bakmaz” sloganı ile arkadaşları bir tür tüketim yarışına sokmuştur. “Abi ketçap var mı ya?” diyen çocuğu kaçımız unuttuk? Bu kampanyalarına Mavi Jeans’te Gnctrkcll sahiplerine yapılan indirimler de eklenmiş tüm gençturkcell’lileri bir heyecan almıştır.
Fakat ne yazık ki Mayıs ayı başında “Mc Donald’s”ta var olan indirim sona ermiş gençlik yeniden Burger King’ine dönmüştür. Bu elem olay yine de Gnctrkcll’nin talebini etkilememiştir. Eee ne de olsa umut fakirin ekmeği.
Eminiz ki farklı kampanyalarla gençturkcellimiz bizi bi başımıza koymayacaktır..
Şimdi bir de diğer tarafından bakalım olaylara; o da şudur elbet, gnctrkcll ayrıcalığına sahip olmanın külfeti. Her güzel şeyin bir külfeti yok mudur? Evet vardır bu külfet kapsamında her ay kontör almaya zorlanıyor olabiliriz, alamayıp şansımızı denediğimizde olumsuz yanıtlar alabilir; hatta kasiyerin “Madem kontör almadın ne uğraştırıyon beni!!” diyen bakışlarına maruz kalabiliriz; am bu sonuçları değiştirmeyecektir sonucta kontöre verdiğimiz para bize sinema bileti ve indirim olarak geri dönüyor… Bundan sonraki kampanyalarını ne çerçevede yapacağı kestirilemeyen ama birçok spekülasyonun konusu olan bu sayede biraz da ucuzdan reklam yapan Turkcell umarız ki Turk Telekom’la girdiği yarışa kapılıp gençleri unutmaz. Yakın zamanda gördüğümüz kadarıyla hala çocuklarından vazgeçemeyen hatta bazılarına göre çocuk sömürücüsü olarak görülen Turkcell Cem Yılmaz’la ve tabiî ki aziz memleketin özelleştirilmiş bir parçasıyla sıkı bir rekabet içinde. İsterim ki bu yarışta başarılı olsun, olsun da artık Gnctrkcll’linin yüzü bir daha gülsün.
Fakat ne yazık ki Mayıs ayı başında “Mc Donald’s”ta var olan indirim sona ermiş gençlik yeniden Burger King’ine dönmüştür. Bu elem olay yine de Gnctrkcll’nin talebini etkilememiştir. Eee ne de olsa umut fakirin ekmeği.
Eminiz ki farklı kampanyalarla gençturkcellimiz bizi bi başımıza koymayacaktır..
Şimdi bir de diğer tarafından bakalım olaylara; o da şudur elbet, gnctrkcll ayrıcalığına sahip olmanın külfeti. Her güzel şeyin bir külfeti yok mudur? Evet vardır bu külfet kapsamında her ay kontör almaya zorlanıyor olabiliriz, alamayıp şansımızı denediğimizde olumsuz yanıtlar alabilir; hatta kasiyerin “Madem kontör almadın ne uğraştırıyon beni!!” diyen bakışlarına maruz kalabiliriz; am bu sonuçları değiştirmeyecektir sonucta kontöre verdiğimiz para bize sinema bileti ve indirim olarak geri dönüyor… Bundan sonraki kampanyalarını ne çerçevede yapacağı kestirilemeyen ama birçok spekülasyonun konusu olan bu sayede biraz da ucuzdan reklam yapan Turkcell umarız ki Turk Telekom’la girdiği yarışa kapılıp gençleri unutmaz. Yakın zamanda gördüğümüz kadarıyla hala çocuklarından vazgeçemeyen hatta bazılarına göre çocuk sömürücüsü olarak görülen Turkcell Cem Yılmaz’la ve tabiî ki aziz memleketin özelleştirilmiş bir parçasıyla sıkı bir rekabet içinde. İsterim ki bu yarışta başarılı olsun, olsun da artık Gnctrkcll’linin yüzü bir daha gülsün.
16 Nisan 2008 Çarşamba
KIRMIZI TUBORG
İçki; Kimimizin derdine derman, kimimizin sevincine bahtiyar olur. Bira ickiler arasında en populeri en cok tercih edilenidir özellikle gencler arasında. Peynir, zeytin, helva, kavun gibi aperatifler gerektirmez, ufak bir cipste yanında fena olmaz hani... İnsanlar bir biradan 3 temel özellik ister bunlar: Alkol oranının yüksek olması, fiyatının cazip olması, agızdada hos bir tat bırakmasıdır. Bu da Tuborgun Kırmızı kutusunda yeterince mevcuttur. Kırmızı Tuborg gerek kutusuyla, gerek rengiyle, gerek üstündeki taç sekliyle biranın kralı benim der. Kırmızı tuborg lise yıllarında içinde votka oldugunu sandıgımız yıllar sonra ise içinde yüksek alkolun bulundugunu anladıgımız özel biradır. Kırmızı Tuborg %7.5 alkol icerir diger biraların verdigi hazzı daha az maliyet daha az şişkinlikle bize sunar. Bu yüzden Kırmızı Tuborg ögrenci birasıdır. 3 tanesi uygun 4. sü fazla 5. si ise bombadır. Lakabı katildir, en kral efesciyi 6 arkadasıyla yıkan biradır. Devamında da kırmızılım sana yandı canım, sana kırmızı cok yakısıyor gibi sarkıları söyleten 7. arkadaşından sonra ise sarkıları degistirip ''Kapına Kırmızı bir Tuborg bıraktım'' dedirten biradır. Tuborg' un Efes kadar dagıtım agının olmaması, barlarda ve biranelerde bulunmaması ise büyük bir eksikliktir.
6 Nisan 2008 Pazar
SİMİT SARAYI
Her İstanbul’ dan döndüğümde neden buraya da açılmıyor diye düşündüğüm şeylerden biridir Simit sarayı. İzmir’imiz sonunda simit sarayına kavuşmuş bi anda her yer simit sarayı istilasına uğramışken ben de topladım tası tarağı simit sarayı insanına katıldım oh ya artık simit peynir çay üçlüsü burada da bir arada üstelik Kıbrıs Şehitlerinin göbeğinde… Ama benim yadırgadığım şey simit hamurunun İstanbul simidinden hazırlanıyor olmasıydı… Yiyenler bilirler İstanbul simidi çok hamurludur ve soğuduğunda lezzetsizdir, hiçbir şeye benzemez. Halbuki burası İzmir, nerde bizim o lezzetli simitlerimiz… Burada simitler nohut unundan yapılır, kaynar sularla haşlanır ve öyle fırınlanır.
Eger ki İzmir simidinin hamurundan yapılmış olsaydı cok cok daha lezzetli olacagını düşünüyorum.
Girişimciler modern-simitçilik sektörünün kazancına aldanarak bu furuyaya eşlik ettiler ilk zamanlar. Bir çoğu el değiştirip isimlerini de değişti çoğu kez. Bunun yegane sebebi satış politikalarındaki yanlışlıklar olabilir. Müşteri beklentileri hakkında hiçbir fikri olmayan işletmeciler açtıkları post-modern simitçileri şık ve göz dolduran iç tasarımlarıyla dekore ettiler oysa İstanbul’un birçok yerinde durum daha farklı; Viran görünümlü iyi hizmet veren küçük tabureleri olan sıcak mekanlar tasarladılar.
Simit’in insanlarımızın açlıkları yatıştırmak için ceplerini üzmeden aldıkları samimi dostları olduğunu hatırlayalım. Gerek sabah kahvaltılarında gerek akşam’ın sıcak simitlerinde çok daha farklı bir ruh vardı sanki. İşte İzmir’de bunu yakalayan yerler hala ayakta.
Eger ki İzmir simidinin hamurundan yapılmış olsaydı cok cok daha lezzetli olacagını düşünüyorum.
Girişimciler modern-simitçilik sektörünün kazancına aldanarak bu furuyaya eşlik ettiler ilk zamanlar. Bir çoğu el değiştirip isimlerini de değişti çoğu kez. Bunun yegane sebebi satış politikalarındaki yanlışlıklar olabilir. Müşteri beklentileri hakkında hiçbir fikri olmayan işletmeciler açtıkları post-modern simitçileri şık ve göz dolduran iç tasarımlarıyla dekore ettiler oysa İstanbul’un birçok yerinde durum daha farklı; Viran görünümlü iyi hizmet veren küçük tabureleri olan sıcak mekanlar tasarladılar.
Simit’in insanlarımızın açlıkları yatıştırmak için ceplerini üzmeden aldıkları samimi dostları olduğunu hatırlayalım. Gerek sabah kahvaltılarında gerek akşam’ın sıcak simitlerinde çok daha farklı bir ruh vardı sanki. İşte İzmir’de bunu yakalayan yerler hala ayakta.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)